Sovyetlerin şehit ettiği Özbek asıllı Türkistanlı düşünür Abdürrauf Fıtrat’a göre, İslam dünyasında uygulanan üç çeşit İslam vardır. Biri halkın yaşadığı İslam, öteki mollanın kafasındaki İslam, diğeri Kur’an’ın anlattığı ve Peygamber’in öğrettiği İslam.
Kur’an’ın anlattığı ve Peygamber (sav)’in öğrettiği İslam’da bir sıkıntı, bir problem yoktur. Hatta böyle bir İslam bütün insanlığın sorunlarını çözecek güce, dinamiğe ve enerjiye sahiptir. Bu İslam’ın çerçevesi Kur’an-ı Kerim’de açıkça belirtilmiş ve Hz. Peygamber’in uygulamalarıyla (Sünnet) tescil edilmiştir.
Problem olan ve sıkıntı veren halkın yaşadığı İslam ile mollanın kafasındaki, mollanın anlattığı İslam’dır. Bu iki İslam anlayışında sıkıntı vardır. Çünkü çoğunlukla bu İslam uydurulan İslam’dır. Halkın yaşadığı bazı İslami uygulamalarda gelenek vardır, hurafe vardır, farklı İslam anlayışları vardır. Mollanın kafasındaki İslam’da katı kurallar vardır, şekil vardır, münevver zümrenin tepesinde sallanan Demokles’in kılıcı vardır.
Kur’an’ın anlattığı ve Peygamber (sav)’in öğrettiği İslam indirilen İslam, kimi halkın yaşadığı ve mollanın anlattığı İslam ise uydurulan İslam’dır. Şiiliği Sünniliğe yaklaştırmakla itham edilen İranlı sosyolog Dr. Ali Şeriati bu durumu, “Dine karşı din” şeklinde özetliyor.
Nitekim Osmanlı Devleti’nde bu durum ifade edilirken ‘Medrese İslam’ı’, ‘Tekke İslam’ı’, ‘Halk İslam’ı’, ‘Kitabi İslam’, ve ‘Yüksek İslam’ gibi söylem ve terimleri kullanma zarureti doğmuştur. (Bk. Hatice K. Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslam Anlayışı, s.15)
Radikal İslam, Ilımlı İslam, Muhafazakâr İslam, Sünni İslam, Şii İslam, Alevi İslam, Selefi İslam ve Kur’an’daki İslam… Nasıl bir İslam istiyorsan seç al birini! İndirilen İslam bugünkü Müslümanları tatmin etmiyor! Görüyor musunuz, İslam ne hale getirilmiş?
Sofuluk satan riyakârları yıllar öncesinden Akif şöyle eleştirmiştir:
“Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tespih,
Çevrende dalkavuklar; tapınır gibi, la-teşbih!
Sarık cübbe ve şalvar; hepsi istismar, riya,
Şekil yönünden sanki Ömer’in devri, güya!
Herkes namaz oruçta; hepsi sözünü dinler,
Zikir-Kur’an sesinden, yerler ve gökler inler!
Ha bu din, iman, takva; inan ki hepsi yalan,
Sen onları kendine taptırırsın vesselam!...” (M. Akif, Sofuluk Şiiri).
Bağdat Müftüsü Zehavi, “İslamiyet’i Sünnilerin tasavvufu ve Şiilerin içtihadı berbat etti” demiştir. (Bk. S. Uludağ, İslam Düşüncesinin Yapısı, s.67, dipnot:58).
Pakistanlı ünlü düşünür Muhammed İkbal de bu konuda şöyle diyor:
“Benden sofi ve mollaya selam söyle. Çünkü onlar bana Allah’ın sözlerini ulaştırdılar. Fakat onları öyle tevil ettiler ki, Allah’ta, Cebrail’de, Muhammed’de hayretler içinde kaldı.” (Prof. Dr. Fahri Kayadibi, İslam Dünyası Neden Geri Kaldı? Nasıl İlerler? s.118,119)
Müslüman ülkelerdeki İslam anlayışı, bugün sizi hayretler içinde bırakmıyor mu? Bazı İslami uygulamalara, kimi dini söylemlere şaşırmıyor musunuz?
Peki, kimdir bu sofi ve molla? Nasıl bir anlayışa sahiptir?
Bu sofi ve molla bazen Nemrut, bazen Firavun, bazen Haman, bazen Ebu Cehil, bazen Ebu Leheb görüntüsüyle çıkar karşımıza. Hz. Musa’ya karşı ayaklanan ve ona en büyük zararı verenlerdir bu sufi ve mollalar. Bazen Samiri, bazen Belam Baura olur. Mesela Samiri Hz. Musa’nın yokluğundan yararlanarak yaptığı buzağı putuna, İsrail oğullarını tapmaya teşvik eden molladır. Belam Baura ise sarığını kutsallaştırarak insanları sömüren o dönemin din adamı kisvesine girmiş en büyük sahtekâr sufidir. Hz. İsa’ya hayatı zindan eden hahamlar Yahudi sufi ve mollaları değil miydi? (Bk. Şeriati, Dine Karşı Din, s. 23-24)
Hz. Peygamber’e (sav) karşı çıkanlar kimlerdi? Kâbe elimizden çıkmasın, Kâbe’deki putlar devrilmesin diye uğraşmıyorlar mıydı? Çünkü onlar insanları Kâbe ve putlarla sömürüyorlardı.
Hasan Sabbah, Maşuki, Bali, Karamani, Kadızadeler, Cinci Hoca’lar, Bahailer, Babailer, Karmatiler, Bâtıniler, Fatımiler bu sahte sufi ve molla zincirinin geçmişteki halkaları değil miydi? Gündüz’ler, Kalkancı’lar, Adnancılar, Fetö’cüler, sübyancılar, cinsel istismarcılar vs. bu sufi ve mollanın çağdaş versiyonları değil mi? Mesela Hasan Sabbah denen sahtekâr, uyuşturduğu insanları icat ettiği sahte huriler ve cennetle kullanmıyor muydu?
Bu sahtekâr molla ve sufiler bazen sarık, sakal, cübbe ile gelirler, bazen kravatlı, tıraşlı olurlar. Bazen Allah’ı ve Peygamberi kullanırlar, bazen sana ayet ve hadis okurlar. Ama bir tek hedefleri vardır: Yıkmak, yakmak, bozmak, nifak sokmak, ihanet etmek, darbe yapmak, satmak, istismar etmek, kullanmak ve sömürmek…
Daha iyi anlaşılması için konuyu biraz daha açalım:
Halk İslam’ının bir kısmını oluşturan bu sufi ve mollanın anlayışı, bilgiden daha ziyade büyüye, vahiyden daha çok coşkuya dayanır. Bundan dolayı ilkeleri değil arzuları, heva ve hevesi ön plana çıkarır. Kitaba, Kur’an’a önem vermez hatta bazen Kitabı dışlar, istismar eder. Bazen daha da ileri gider Hz Ali’yi kâfir, Hz Hüseyin’i asi ilan ederek katleder. Halkın bu anlayışı İslam’ı istismar eden, dini iyi bilmeyen sufi, molla ve bazen de ehliyetsiz hoca kisvesindeki kişilerden kaynaklanmıştır.
Mesela halk İslam’ında rahatsızlığı olan bir hasta, tıbbi ve bilimsel verilere göre sağlık hizmeti veren doktora, hastaneye değil, 250-300 lira ücret isteyen üfürükçüye, muskacıya gitmekten çekinmez. Zekât ve sadaka için ise para vermekte zorlanır. Devlet hastanesine değil, izinsiz açılan merdiven altındaki Cin hastanesine gider. Kutlu Doğum Haftası’nda Belediye’nin yaptırdığı Kâbe maketini görünce ihram giyip, o maket Kâbe etrafında, tavaf etmekten zevk alır. Görevlilerin bu gerçek değil makettir, burada tavaf olmaz demelerine aldırmaz.
Eskiden ölen kimsenin mezarının başında kırk gün Kur’an okunur, tesbih çekilirmiş. (Bk. Hatice K. Arpaguş, age, s.119). Bereket bu gün yedi gün okunuyor. Şimdi ananız-babanız öldü değil mi? Allah rahmet etsin. Ne yapıyoruz? Hocaları yedi gün eve çağırıyoruz. Hocalar yedi gün Yasin, Tebareke, Amme ve namaz sureleri diye bilinen sureleri okuyorlar. Sonra hocalara 50’şer liralık birer zarf. Oh ne ala. Ana baba cennette öyle mi? Eğer böyle düşünüyorsanız, “parayla cennetten köşk satıyorlar”, diye Hıristiyan papazlara neden kızıyorsunuz? Kardeşim, bu Kur’an’ı yedi gün okuyoruz da, peki ne zaman yaşayacağız? Kur’an öncelikle yaşanmak için gelmedi mi? Kimi halkın ve mollanın İslam anlayışı işte bu! Ölüye okuduğumuz o Yasin suresinde Cenabı Allah varsın şöyle buyursun:
“(Aklen ve fikren) diri olanları uyarması … için Kur’an’ı indirdik.” (Yasin, 36/70)
Ölüye okuyorsan oku da, yalnız şunu bil ki, bu Kur’an öncelikle dirileri uyarmak için indirilmiştir.
Borcunuz mu var? Ödeyemiyor musunuz? Sakın dert etmeyin. Alın en tesirli bir borç ödeme duası kitabı, oradan borç ödeme duasını ihlasla okuyun. Sonra Uhut dağı kadar borcunuz olsa ne yazar. Oku en tesirli borç ödeme duasını ve öde borcu gitsin.
Önemli bir iş mi yapacaksınız?
Öyle plan, proje yapmaya, fizibilite çalışmasıyla uğraşmaya, araştırmaya, Kur’an ‘ın emri olan “Bilene sormaya” (Nahl 16/43), danışmaya, istişareye (Şura, 42/38) ne gerek var canım! Bulun bir “hoca efendi hazretleri”, sizin için rüyaya yatsın, bahtınızın açık olduğunu simgeleyen beyaz veya yeşil rengi gördü mü köşeyi döndünüz demektir. Tabi sen de içi kabarık bir zarf vereceksin. Zaten zarf kabarıksa her “hoca efendi hazretleri” beyaz veya yeşil rengi rüyasında görmek zorundadır.
Hz. Peygamber Efendimiz: “Uyanıncaya kadar uyuyandan sorumluluk kaldırılmıştır” (Tirmizi, Hudud, 1; Darimi, Hudud, 1) buyuruyor. Bu hadisi şerife göre uyuyandan sorumluluk kaldırıldığına göre, bu uyuyanın, sorumlu olmadığı uykusunda gördüğü rüyadan nasıl bir sonuç çıkar Allah aşkına.
Diyanet Vakfı’nın yayınladığı İslam İlmihalinde: “… İstihare için uykuya yatma ve rüya bekleme şartı yoktur.” Deniliyor. (İlmihal I, İman ve İbadetler, İsam, s.319). Yatarak, uyuyarak, gördüğü rüyadan hüküm çıkararak hangi medeniyet kurulmuş? Başkaları sizin için hayırlı rüya görür mü?
28 Ekim 2016 Cuma günü bütün camilerde okutulan Diyanet İşleri Başkanlığı hutbesinde, “… Resulü Ekrem (sav)’in sahih hadisleri dururken rüyalarla iyi kötüye, kötü iyiye dönüştürülemez. Zulüm ve haksızlık rüya üzerine bina edilemez. Zira Peygamberlerin rüyası dışında hiçbir kimsenin rüyası bir bilgi kaynağı olarak kabul edilemez. Rüyalarla insanların vicdanları, gönül dünyaları istismar edilemez.” Denilmekte ve Peygamberler dışında rüyalara dayanılarak bir iş yapmanın doğru olmadığı açıkça ifade edilmektedir.
Almanlar araştırmışlar, öğrenmişler; Japonlar çalışmışlar, üretmişler. Sen onlara bakma. Onlar gâvur bu işten anlamazlar! Sen bir “hoca efendi hazretleri” buldun mu iş tamamdır.
Durum böyleyse bu gün İslam dünyası neden perişan kardeşim? Yatarak rüya görmeye çalışan “hoca efendi hazretleri”nin rüyası mı işe yaramıyor yoksa? Böyle bir İslam anlayışını Kur’an ve çalışarak elinin emeğini yiyen bir Peygamber tasvip eder mi?
Neden 54 İslam ülkesinin yıllık üretimi bir Almanya’nın yıllık üretimi kadar değil? Japonya’nın yarısı bile etmiyor. Neden? Mehmet Akif boşuna mı feryat ediyor:
“Siz gidin, safvet-i İslam’ı Japonlarda görün!
O küçük boylu, büyük milletin efradı bugün,
Müslümanlıktaki erkânı sıyanette ferid;
Müslüman denmek için eksiği ancak tevhid.” (Bk. M. Akif, Süleymaniye Kürsüsü)
“Hepiniz artık farkındasınız ki, küresel kapitalizm çağındayız. Ulusal sınırların bugün hala bir anlamı olabilir, fakat ekonomik bir anlamı yoktur artık. Bütün dünya bir tek ekonomiye, bir büyük pazar yerine dönüşmüş bulunuyor.
Bu büyük pazarda üç tür insan vardır:
1- Tasarlayanlar: Dünya nüfusunun yüzde biri.
2- Üretenler: Dünya nüfusunun yüzde dokuzu.
3- Çalışanlar: Dünya nüfusunun yüzde doksanı.
Elde edilen kazancın yüzde 10’u çalışanlara, yüzde 20’si üretenlere, yüzde 70’i ise tasarlayanlara gidiyor.
Müslüman nüfusun ancak çok küçük bir bölümü ‘Üretenler’ kategorisinde, büyük çoğunluğu ‘Çalışanlar’ grubuna giriyor. ‘Tasarlayanlar’ kategorisi ise neredeyse bomboş.” (Bk. M. Özel, Yeni Şafak, 25 Kasım 2007).
Neden çok kazanan tasarlayanlar kategorisinde, Müslümanlar yok denecek kadar az?
Neden çok çalışıyor, az üretiyoruz?
Neden Müslümanlar fakir ve çaresiz?
Yoksa “hoca efendi hazretleri” beyaz veya yeşil rengi göremeyen renk körü mü oldular?
Halk İslam’ında İslam’ın şartı 5’tir. Halk “Kıl beşi bitir işi” diye bakar namaza. Sadece beş direk dikmekle bir bina yapılamaz. Beş sütun ancak eski, antik harabelerde bulunur. Şayet beş şart ile İslam’ın beş ana ibadeti kastediliyorsa, bu durum daha derli toplu ifade edilmelidir. Sonra evrensel bir din olan İslam’ı birkaç ibadete indirgemek doğru değildir. Adaletli olmak, Zulmü engellemek, sömürüye karşı çıkmak, işgale direnmek, nükleer silahlara cephe almak, her türlü sosyal adaletsizliğe karşı olmak, cinsel istismarı telin etmek, kadınlara şiddete tepki göstermek İslam’ın şartları değil mi? (Bk. M. Hayri Kırbaşoğlu, Ahir Zaman İlmihali, 35-38).
Halk İslam’ında imanın şartı 6’dır. İyiliğin de kötülüğün de Allah’tan olması imanın şartlarındandır. “Hayrihi ve şerrihi min Allahu Teâlâ / Hayır ve şer Allah Teâlâ’dandır”. Amentü duasında böyle ifade edilir. Bu ifade ile şayet iyiliği de kötülüğü de yaratanın Allah olduğu kastediliyorsa, o zaman açıkça böyle söylenmelidir. Hâlbuki Kur’an’da şöyle buyuruluyor:
“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir…” (Nisa, 4/79)
“… De ki: ‘Şüphesiz Allah çirkin işleri emretmez. Siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üzerine mi atıyorsunuz?’” (Araf, 7/28)
Şimdi biz kime inanacağız? İyilik te kötülük te Allah’tandır diyen Amentü duasına mı, bunu böyle ezberleten mollaya mı, yoksa Allah kötülük emretmez, sana gelen kötülük kendindendir diyen Kur’an’a mı? (Kötülüğün –şerrin- Allah’tan kaynaklandığı inancı acaba Zerdüştlüğün temelindeki iyilik ve kötülük öğretisinden etkilenmiş olabilir mi?)
Kur’an aksini söylese de sen iyiliği de kötülüğü de Allah’tan bileceksin. Sana bir kötülük mü yapıldı, yapılsın, bu Allah’tandır diyeceksin ve sineye çekeceksin. Öyle sorgulama, şikâyet ve hak arama cihetine gitmeyeceksin. Yaptığı zulümlerden Kader diyerek sıyrılan, Emevi mantığı ve kurnazlığı, dinimize nasıl girmiş, görüyor musunuz? Kandil gecesi geldi mi kılacaksın yüz rekât nafile namaz ve bir yıllık sevabı garantileyecek, gelecek kandile kadar yan gelip yatacaksın. Sonra da cennete girecek binlerce huriyle gönül eğlendireceksin. Varsın Milli Şair Mehmet Akif şöyle kükreye dursun:
“Ne hükmü var ki esasen yalancı dünyanın?
Ölürse, yan gelecek cennetinde Mevla’nın.
Fena kuruntu değil! Ben derim, sorulsa bana:
Kabul ederse cehennem ne mutlu, amca sana!’”
Fakirlik mi? Allah seni imtihan ediyor sabredeceksin. Neden Alman’ı, İngiliz’i, Japon’u değil de seni imtihan ediyor diye sormayacaksın! Gayretullah’a dokunur, alimallah cehennemi boylarsın! Zalim Esed yüzlerce bebeyi katletmiş neden o Gayretullah’a dokunmuyor diye de düşünmeyeceksin. Hz. Ali (ra): “Aç adamın dini olmaz” derken, Gazali “Din ile dünya ikiz kardeş gibidir. Din bozulunca dünya, dünya bozulunca din bozulur” (Bk. İ. Sarmış, Rivayet Kültürü ve Yanlış din Algısı, s.32) diye feryat ederken, Yüce Allah, “Dünyadan da nasibini unutma” (Kasas, 28/77) buyururken, sen, “Bu Milleti kim fakir ve çaresiz bıraktı?” diye düşünmeyeceksin, araştırmayacaksın. Kaderine razı olacaksın! Aksi halde günaha girersin!
Farz ibadet mi yapacaksın? Kur’an’a filan bakmaya gerek yok. 32 farz neyine yetmiyor. Biraz daha fazla olsun istiyorsan al sana 54 farz. Kur’an uzmanları Kur’an’da 80 civarında emir olduğunu söylüyorlar. Sen onlara bakma, yeter ki, bu 54 farz nereden çıktı diye itiraz etme!
Halkın uyguladığı, mollanın öğrettiği ve bazı ehliyetsiz “hoca efendi hazretleri”nin anlattığı ve yaşatmaya çalıştığı İslam işte bu. Böyle bir İslam anlayışı İslam dünyasını perişan ediyor.
Öyle okumayacaksın, öğrenmeyeceksin, çalışmayacaksın, yorulmayacaksın. Düşünmek, araştırmak, iş yapmak sana göre değil. Başkaları uzayı parselliyormuş, denizleri araştırıyormuş, uydulara koloniler kuruyorlarmış, bırak onları. Sabaha kadar nafile namaz, akşama kadar nafile oruç senin neyine yetmiyor?
Üç kişi Peygamberimizi ziyarete gelmişlerdi. Biri ben her gece sabaha kadar namaz kılacağım, dedi. Diğeri ben her gün oruç tutacağım, dedi. Öteki ben de hiç evlenmeyecek, kendimi Allah’a adayacağım, dedi. Bunları dinleyen rahmet Peygamberi şöyle buyurdu:
“Allah’tan en çok korkanınız ve ona en çok saygı duyanınız benim. Buna rağmen bazen oruç tutar, bazen tutmam. Namaz da kılarım, gece yatıp uyur, istirahat da ederim. Nikâhlanıp bir yuva da kurarım. Benim sünnetim budur. Kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir.” (Buhari, Nikâh,1; Müslim, Nikâh,1; Nesai, Nikâh, 4)
Aynen böyle söyleyerek sofuluğa karşı çıkan Peygamber’in İslam anlayışı, bu sofi ve mollayı pek tatmin etmez. O bazen Allah, bazen Peygamber adına yeni din icat etmekten, yeni ibadetler uydurmaktan çekinmez. Allah ve Peygamber’in gereği kadar ibadet etme emri onu pek kesmez! O Kadir gecesinde bin (1000) rekât namaz kılmaktan söz eder. Bir gecede bin rekât namaz kılınabilir mi diye kafa yormaz? Ömer Nasuhi Bilmen Hoca bile bunların etkisinde kalmıştır (Bk. Bilmen, Büyük İslam İlmihali, s. 206)
Yiğit lider Aliya İzzet Begoviç, “En zor şey Müslüman’a İslam’ı anlatmak” der ve “Müslümanların İslamlaşmasının zor ama çok önemli olduğunu”, söyler. İslam dünyasının kurtuluşunu buna bağlar. (Bk. Aliya İzzet Begoviç, İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Fide Yayınları)
İslam dünyası neden perişan anladınız mı?
Aliya’nın dediği gibi, İslam dünyası acilen yeniden Kur’an’a ve Peygamber’e göre İslamlaşmalıdır!
Eğer bu anlatılanlar, bu uygulananlar doğruysa şu ayet ve hadisleri nasıl anlayıp, nasıl yorumlayacağız o zaman? Şimdi de Kur’an’ın anlattığı, Peygamberimizin öğrettiği İslam’dan birkaç misal arz etmeye çalışalım. Arz etmeye çalışalım ki, okuyucular mukayese edebilsinler.
“Seni yarata Rabbinin adıyla oku.” (Alak, 96/1)
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/7)
“Rabbim ilmimi, bilgimi artır de.” (Taha, 20/114)
“Bilmiyorsanız bilenlere sorun.” (Nahl, 16/43)
“İnsan için ancak çalışmasının karşılığı vardır.” (Necm, 53/39).
“Şu halde kim mümin olarak bir salih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.” (Enbiya, 21/94)
“Allah, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi, onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak onadır.” (Mülk, 67/15)
“Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” (Cuma, 62/10)
“Onların işleri aralarında meşveret iledir.” (Şura,42/38, bk. Ali İmran, 3/159).
Bir yolculukta Müslümanların yarısı oruç tutuyor yarısı oruç tutmuyor. Oruç tutanlar güneşin etkisiyle rahatsız oluyorlar ve oruç tutmayanlar da oruç tutanlara yardım ediyorlar. Peygamberimiz ne diyor biliyor musunuz? “Bu gün bütün sevabı oruç tutmayanlar aldı.” (Kütüb’ü Sitte, 3205))
“Ümmetim, rızkınızı yerin gizli ve derin tabakalarında arayınız.” (Taberani ve Beyhaki’den Acluni)
“Hiçbir kimse elinin emeğinden daha hayırlı bir yemek asla yememiştir. Allah’ın Peygamberi Davud (as.) elinin emeğini yerdi.” (Buhari).
Şayet bu ayet ve hadislerden okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı, çalışmayı, istişare etmeyi, bilenlere danışmayı, ihtiyacı olanlara yardım etmeyi çıkaramayan bir toplumun düşünce mekanizması iflas etmiş demektir. Böyle bir toplum sürünmeye mahkûmdur. Kur’an’ı Kerim’de yeryüzünü araştırmayı teşvik eden 50’den fazla ayet var be kardeşim. Allah bu ayetleri ölülere okumak için mi gönderdi? Ölülerin yeryüzünü araştırma imkânı var mı? Ve Cenabı Mevla şöyle buyuruyor:
“Akıllarını kullanmayanları Allah pislik içinde bırakır.” (Yunus, 10/100).
Aklını kullanmayanlar ahirette nasıl sızlanacaklar biliyor musunuz?
“Eğer biz vahye kulak vermiş ve aklımızı kullanmış olsaydık şu alevli ateşin içindekilerden olmazdık.” (Mülk, 67/10) Ve işte İslam dünyasının hali ortada!
Burada Mehmet Akif’i bir kez daha rahmetle anarak sözü ona bırakıyorum:
“’Çalış’ dedikçe şeriat, çalışmadın, durdun,
Onun hesabına birçok hurafe uydurdun!
Sonunda bir de ‘tevekkül’ sokuşturup araya,
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!” (Fatih Kürsüsü)
Rabbim, aklımızı kullanmayı ve indirilen İslam’a yeniden teslim olmayı nasip eyle Müslümanlara.
YORUMLAR